Birçok özelliğinden dolayı diğer kahvelerden ayrı bir yere konulması gereken türk kahvesinin farkının sadece pişirilmesinden kaynaklı olduğunu söylemek haksızlık olur. Yaklaşık 500 yıl önce Osmanlı topraklarına giren ve buradan tüm dünyaya yayılan kahve zaman içinde Avrupa’da farklı demleme yöntemleri ile geliştirilmiş ve değiştirilmiş ancak türk kahvesi hiç değişmeden günümüze kadar ulaşmıştır.
Türk kahvesi tarihi, içildiği mekana verdiği ismi, zengin bir kültürel temele dayanması, sosyal hayattaki yeri gibi birçok özelliğinden dolayı 2013 yılında UNESCO tarafından “İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Mirası Listesi” ne dahil edilen bir değerdir.
Türkiye’de Türk kahvesi, neredeyse tek başına bir kültürdür. Sohbetlerin vazgeçilmezi, kız isteme törenlerinin en önemli parçası, kahvehaneler gibi mekanlara isim vermesi, kahvaltı tabirinin bile kahve den önce yenilen anlamına gelmesi, telvesinin bile şekillere benzetilerek gelecekten haber aradığımız fallara aracılık etmesi türk kahvesinin sosyal hayatımız içindeki önemini gösterir.
Kahve çok uzun yıllardır insanoğlunun hayatında olan bir lezzettir. Kahve çekirdeklerinin bugünkü haline benzer yöntemlerle tüketildiği ilk yerin Habeşistan olduğu buradan zamanla Yemen’e oradan ortadoğu ve diğer ülkelere yayıldığı düşünülür. Dünayaya kahvenin yayılmasında Türklerin rolü büyüktür. 1500 lü yıllarda Osmanlı’nın kahve ile tanışması ile kahve tüm dünyaya yayılmış ancak zaman içinde Avrupa’da farklı öğütme ve demleme yöntemleri keşfedilerek günümüzdeki filtre kahve espresso vs ye ulaşılmıştır.
Kahvenin Osmanlı’ya gelmesi ile ilgili muhtelif hikayeler bulunur. Bunlardan birisi; 1554 yılında Suriye’li Halepli Hukm ile Şamlı Şems tarafından kahvenin İstanbul’a getirildiği, ikincisi ise; 1517 yılında Yemen Valisi tarafından kahvenin İstanbul’a gönderildiğidir. Başlangıçta sadece saraydaki üst düzey yöneticiler tarafından tüketilirken zamanla halkında tükettiği bir içecek haline gelmiştir. İlk olarak Tahtakale’de “Kiva Han” ın açılmasından sonra hızla tüm imparatorlukta kahvehaneler açılmaya başlanmıştır. “Kara Altın” “Müslüman Şarabı” gibi isimler ile anılan bu gizemli çekirdekler zamanla yeni bir pişirme yöntemi bulunarak “Türk Kahvesi” terimi doğmuştur.
1683 yılındaki Viyana Kuşatması sonrasında Osmanlı’nın yaşadığı bozgunda çuvallar dolusu kahve Viyana önlerinde terk edilmek zorunda kalınır. Viyanalılar önce bunun deve yemi olduğunu düşünür ama daha sonra Avusturyalı casus George Kolschitzki kahveyi yakından tanır ve bu kahveler ile Viyana’da bir kahvehane açar böylece kahve Avrupa’ya ulaşmış olur.
1699 yılında ise Osmanlı’nın Paris Sefiri olan Süleyman Ağa, yanında götürdüğü kahve çekirdekleri ile yaptırdığı Türk kahvesini Paris’in önde gelenlerine ikram ederek kahvenin Avrupa’daki macerasını bir ileri adıma taşımış olur. Süleyman Ağa’nın Paris’ten İstanbul’a dönerken yanındaki Ermeni yardımcısı Paris’te kalarak Paris’te ilk kahvehaneyi açar.
Bu tesadüfler sırasında Avrupa’da kahve kültürü hızla yayılmaya başlar. İkinci dünya savaşı sonunda İtalyanlar tarafından espresso kahvesini yapan makinanın keşfi ile Türk kahvesinin popüleritesi Avrupa’da azalmaya başlamış ancak herşeye rağmen “Türk” olarak bilinen kavramlardan biri olan “Türk Kahvesi” günümüzde hala bu isimle anılır ve en eski kahve demleme yöntemlerinden biri olarak günümüze kadar gelir.